İNANÇ VE TUTUMLARDA SPORUN YERİ VE ÖNEMİ



Tutum sosyal psikolojide “Bir bireye atfedilen ve onun psikolojik bir nesneye ilişkin duygu, düşünce ve muhtemelen davranışlarını organize eden bir bütün” olarak tanımlanmaktadır. Bu çalışmada inanç, tutum ve spor kavramlarının birbiri ile olan ilişkisi incelenerek, sporun dünyada ve özelliklede ülkemizdeki insanların inanç ve tutumlarındaki yerine ve önemine değinilmiştir.
Araştırma genel tarama modellerinden biri olan betimsel çalışma yöntemi ile yapılmıştır. Bireylerin ve toplumların sportif inanç ve tutumları tarihsel bir süreç içerisinde günümüze kadar incelenerek, ülkemizde lisanslı olarak spor yapan kız ve erkek sporcuların branşlara göre istatistiki dağılımı çıkartılmıştır.
Araştırma bulgularına göre, sporcuların bölgelere göre dağılımına bakıldığında Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki sporcu sayısının diğer bölgelere nazaran oldukça düşük olduğu gözlenmiştir. Bu yörelerde spora olan inanç ve tutumlardan dolayı bireylerin genelde takım sporlarından çok ferdi (Karate, Güreş, Judo, Taekwondo v.b) spor branşlarına yöneldikleri gözlenmiştir.
Sonuç olarak ülkemizde spora katılımı olumsuz etkileyen inanç ve tutumların yanlışlığı, Ayetler ve Hadislerle karşılaştırılarak tartışılmıştır.
GİRİŞ Günlük yaşantımızda sıkça duyduğumuz kelimelerden olan inanç tutum ve spor kavramları insanlık tarihinin başlangıcı ile birlikte toplumsal normların içerisinde yer almış, toplumun sosyal, kültürel, ahlaki yapısına yön ve şekiller veren değerler olarak karşımıza çıkmıştır. Bu kavramların gelecekte de toplumsal yaşamda kendine önemli bir yer edineceğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Bireyin toplumsal bir birim olarak kabul edilmesi, bir çok psikolojik etmenin daha açık ve kapsamlı olarak tanınmasından sonra mümkün olabilmiştir. Bireyin tüm yaşamını kapsayan toplumsal bir etki alanı vardır. Bir çok davranış, başka bireylerle olan ilişkilerin algılanmasına, değerlendirilmesine ve onlar üzerinde edinilmiş yargılara bağlı olarak ortaya çıkar. İnsanın düşünsel dünyası, çok çeşitli ilişkilerden edindiği izlenimlerin oldukça karmaşık bir sonucudur. Birey birbiri ile çakışan ve çelişen, uyumlu yada uyumsuz bir yığın düşüncenin tutsağıdır. Bütün bu çok çeşitli düşünce, yargı ve değerler birbirinden kopuk, ilgisiz ve dağınık gibi görünse de her insanın düşünce yapısı, davranış kalıbı ve eylem çizgisi kendi içinde örgütlenmiş bir bütün halindedir (Tolan ve Diğerleri,1991 s, 258).
Hepimizin çevremizdeki insan, nesne, fikir ve olaylara ilişkin değişik tutumları vardır. Bu insan, nesne, fikir, kurum ve olaylara ne şekilde tepkide bulunacağımız büyük ölçüde bu tutumlarımız tarafından tayin edilir. Ayrıca bir çok sosyal ortamdaki davranışlarımızda, bir ölçüye kadar bu ortamlara ilişkin tutumlarımız tarafından şekillendirilmektedir. Bu nedenle tutum konusu; bireyin sosyal ortamlardaki davranışlarını inceleyen sosyal psikolojinin en önemli konularından birini oluşturmaktadır (Aydın,1985 s, 280).
Tutum terimi sosyal psikolojide genel olarak “Bir bireye atfedilen ve onun psikolojik bir nesneye ilişkin düşünce duygu ve muhtemelen davranışlarını organize eden bir eğilime işaret etmek için kullanılmaktadır” (Aydın,1985 s; 280).
Yukarıda verilen tanımdan da anlaşılacağı gibi, bir tutum bir nesneye ilişkin duygu düşünce ve davranış olmak üzere üç bileşenden oluşmaktadır. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, bu bileşenler birbirinden bağımsız değildir. Karşılıklı olarak birbirini etkiler, birbirinden etkilenir ve çoğu kez aralarında bir tutarlılık bulunur (Aydın,1985 s; 280).
Bir tutumun bilişsel bileşeni bireyin tutum nesnesine ilişkin düşünce, bilgi ve inançlarından, duyuşsal bileşeni ise, bireyin tutum nesnesine ilişkin duygu ve değerlendirmelerinden oluşur. Davranışsal bileşenlerde ise, bir tutum genellikle bireyi tutum nesnesine ilişkin davranışlarda bulunmaya eğimli kılar. Bir nesneye ilişkin olumlu tutumu olan bir birey, bu nesneye karşı olumlu davranmaya, ona yaklaşmaya, yakınlık göstermeye onu desteklemeye yardım etmeye eğilimli olacaktır. Bir nesneye ilişkin tutumu olumsuz olan bir birey ise bu nesneye ilgisiz kalma veya ondan uzaklaşma, eleştirme hatta ona zarar verme eğilimi gösterecektir (Aydın, 1985 s;281).
Tutumlar, belirli değer yargılarının ve inançların arkasında gizlidirler. Ancak yaşam olayları karşısında davranış ve hareket biçimleri olarak şekillenirler. Dayandıkları inanç ve değer yargıları devam ettikçe devamlılıklarını sürdürürler. İnançlar ise tutum yapılarına girdikçe özel dinamik baskılar altına girmiş sayılırlar. Hatta belirli bir tutum içerisinde bir inanç özelliğini kaybedebilir veya değişebilir. Çünkü tutumlar dış çevresel etkilerle devamlı baskı altında bulunurlar ve bu durum onların değişmesine neden olabilir (Eren, 2001 s;173).
İnsanlarda ilk inançlar, doğa olaylarının iyi veya kötü şekilde cereyan etmesinin algılanıp zihinlerde yer etmesinden doğmuştur. İnsanlar sırrına eremedikleri baskı, korku, dehşet olaylarından yada aksine onlara iyi şeyler sağlayan hareket ve olaylardan etkilenerek tutumlarına yön vermişlerdir. Ancak, tutumların oluşmasında çevresel olaylardan etkilemeyi belirleyen doğuştan kazanılan yeteneklerinde rolü vardır (Eren, 2001 s;173). Tutumların oluşmasında etken olan bu çevresel faktörler ve doğuştan kazanılan yetenekler, diğer bütün alanlarda olduğu gibi beden eğitimi ve spor alanında da yüzyıllardır kendisini hissettirmektedir. Örneğin,
Otuza yakın ülkeyi gezerek “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir” adlı kitabı yazan İngiliz futbol araştırmacısı Simon Kuper Brezilyadaki köylerin hepsinde kilisenin bulunmadığını ama en küçük yerleşim birimlerinde bile mutlaka bir futbol sahasının bulunduğunu belirtiyor. Yine Almanya Tübingen üniversitesi öğretim üyesi Diethamer Mieth futbolun günümüzde dinin yerini tuttuğunu bazen de dinin rakibi olabildiğini, Avrupa da cumartesi ve pazar günleri ayine gidenlerin sayısının oldukça azaldığını, dinin kurumsal açıdan etkinliğini yitirdiğini ve insanlarında bu yüzden manevi ihtiyaçlarını karşılamak için kiliselere değil de futbol maçlarına gittiğini bir çok konferansında dile getirmektedir (Kola 2002).
Sporun dini inançlar ve tutumlar üzerindeki bu olumsuz etkilerinin yanında dini inançlar ve tutumlarında spor üzerindeki olumsuz etkilerinden söz etmemiz mümkündür. Örneğin;
Hz. İsa’nın ölümünden sonraki 5. yy. girilen ve bin yıl süreyle tüm toplumsal gelişmeyi askıya alan dönemin adı “Karanlık Çağ” karanlığın simgesi ise Katolik kilisesidir. Bu dönemde bedenle ruhu sürekli bir çatışma içerisinde gören ve ruhun üstünlüğüne öncelik veren Katolik töresinin mantığının doğal uzantısı olarak vücudu bağımsızlığa mahkum etmek gibi bir fikir ve uygulama geliştirdiğini biliyoruz. İşte antik olimpiyat oyunları bu dönemde Roma İmparatoru Kral Thececosius’un emriyle sona erdirilmiş ve spor 15. yüzyıla kadar dinsel baskıların altında kalmıştır (Sporbilim.Com).
20 y.y.’da özellikle Avrupa da bazı dini akımların spor ile özdeşleşmesi sonucunda, sporun ruhuna ters olan bir takım şiddet olaylarının ortaya çıktığını görmekteyiz. Örneğin; İskoçya’ da ki iki ünlü futbol takımı Glasgow Rangers (Protestan) ve Celtics (Katolik) takımları arasında 02-01-1971 tarihinde oynanan maçta her iki takımın taraftarlarının bandolarla kendi dini müziklerini çalmaları sonucunda çıkan olaylarda 62 kişi hayatını kaybetmiştir (Erkan ve Diğerleri 1998).
Ülkemizde ise malesef halen daha bir takım yanlış dini inanç, tutum ve hurafelerin sporun üzerindeki önemli etkilerini görmekteyiz. Örneğin; İslam tarihinde “Kerbela” olayı olarak adlandırılan vakada Hz.Hüseyin’in boynunun kesilerek yerlerde yuvarlanması olayını günümüzde insanlar yanlış yorumlayarak topla oynanan sporlara, özellikle de futbola karşı olumsuz bir tutum içerisinde bulunmaktadırlar.
Verilen örneklerden de anlaşıldığı gibi dini inançlar ve tutumlar ile sporun zaman içerisinde sürekli olarak birbiriyle çatıştığını görmekteyiz. Oysa bu iki kurumun toplumsal işlevleri arasında bir paralellik söz konusudur. Çünkü her ikisinde de amaç, bireyleri zihinsel ve fiziksel olarak ruhsal doygunluğa ulaştırmaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder